“KURAK GÜNLER”

Kategori:

 

 
YÖNETMEN  Emin Alper   TÜR

Dram-Gizem-Macera

  OYUNCULAR  Selahattin Paşalı-Ekin Koç-Erol Babaoğlu   ÜLKE Türkiye
YAPIM YILI  2022   SÜRE 129 dk 
ÖDÜLLER

Yurt içinde ve dışında birçok festivalde ödüller almış

 

IMBD 

MUBI

7,7

 

 IMBD LİNKİ  Tıklayınız
 

 

Emin Alper’in yazıp yönettiği, birçok ulusal ve uluslararası festivalden aralarında “En İyi Yönetmen”, “En İyi Film”, “En İyi Erkek Oyuncu” dalları da dahil ödüllerle dönmüş bir film “Kurak Günler”. Ülkemizde 2022’nin üzerinde en çok konuşulan, tartışılan yerli filmi.

Türk filmlerinde çok da alışık olmadığımız hızlı, hareketli, filmin tonuna ve anlatacaklarına uygun bir açılışla başlıyor film. Genç savcı Emre atandığı kasabaya geldiğinde, çoluk çocuk herkesin sokak aralarında koştuğu, silahların uluorta patlatıldığı bir domuz avının ortasında buluyor kendini. Ölüsü her yaştaki çocuğun gözleri önünde ardında geniş bir kan izi bırakarak sokaklarda sürüklenen domuz karşısında, sanki bir düşmana karşı zafer kazanmışçasına kendinden geçerek adeta şehvetle karışık bir haz duyan kasaba halkıyla biz de savcı Emre gibi şaşkınlıkla tanışıyoruz. 

Emre idealist hukukçu yanı, görevinin gereğini yerine getirme sorumluluğu, devletin ciddiyetine uygun tavırla olayın üstüne gitmek istese de; aralarında belediye başkanının oğlu avukat (!) Şahin’in de bulunduğu kasaba eşrafını karşısında buluyor. Hakime Zeynep Hanım da olanı biteni sessizce izleyen, görmezden duymazdan gelen tarafta. Yel değirmenleriyle kazanamayacağı bir mücadeleye girmemeyi seçmiş belki de. Emre, sadece yerel bir gazeteyi çıkaran Murat’la aynı tarafta olduğunu kısa zamanda anlıyor.

Filmin konusunu anlatmak yerine; bende uyandırdığı duygu, düşünce ve çağrışımları paylaşmam daha doğru olacak sanırım.

Yanıklar kasabası Türkiye’nin kendisi. Kasabanın en büyük sorunu su sorunu. Belediye başkanı ve partisi bunu yıllardır barajdan su getirmeyerek, sahte raporlarla sorunu bilerek, isteyerek çözmeyerek, bir yandan da kasabanın yer altı sularını kasabalılara hizmet ettiklerine halkı inandırarak yerlerini sağlamlaştırıp, kasabalının gururunu okşayacak söylem ve domuz avı gibi eylemlerle kurdukları düzeni her defasında devam ettirmeyi başarmışlar. Aynen ülkede son yirmi yıldır Fetö’ydü, PKK’yıydı, beka sorunuydu, çeşitli öcülerle korkutulup, sindirilmemiz gibi.

Kasabalılar su getiriyor, çalışıyor zannıyla yaklaşan seçimlerde yine mevcut yapıyı ve belediye başkanını destekliyor. Savcı Emre birden ortadan kaybolan önceki savcı gibi, olayın vahametini görüp üzerine gitmek isteyince, belediye başkanının oğlu Şahin’in hedefi oluyor. Emre’nin duruşu politik bir duruş değil, bilimsel verileri değerlendiren bir devlet adamının duruşu ama bu da sakıncalı tabi. Muhalif olduğu için hakkında gey olduğu dedikodusu (öyle olsa ne olur olmasa ne olur?) çıkarılan gazeteci Murat’a başlarda tereddütle yaklaşırken daha sonra kader birliği içerisinde olduklarını ikisi de anlıyor. 

Tanışmak, hoş geldin demek adına Şahin tarafından yapılan yemek davetini kerhen kabul etmek zorunda kalan Emre’ye içki masasında tuzak kuruluyor. İçkisine karıştırılan ilacın da etkisiyle gece yaşadıklarını hatırlayamıyor. Gecenin ardından ortaya atılan fotoğraflar, videolarla kamusal duruşu bozularak kendinden şüphe eder duruma getiriliyor. Emre hem kendisiyle ilgili olarak hatırlayamadığı gecede neler olduğunu araştırıyor hem de kasabayı ele geçirmiş yoz, faşist, ataerkil, kumpasçı grupla mücadele etmeye çalışıyor. Ancak, gazeteci Murat’tan başka yanında kimseyi bulamıyor. Hakime Zeynep de, komiser İrfan da hak hukukla işleri kalmamış, dilsiz şeytanlara dönüşmüş kamu görevlileri. Kendi pozisyonlarını koruyan, kollayan, görevlerinin gereğini yap(a)mayan tipler.

Adım adım araştırdığı olayın faili durumuna düşen Emre; kasabaya su getirilmesini engelleyen, hizmet edenlere güçlük çıkaran kişiler olarak Murat’la birlikte kasabalıların hedefi haline geliyor. Evinin etrafı öfkeli kasabalılarca sarıldığında; linç edilmek üzere olduklarını anlayınca Murat’la birlikte artık orada duramayacaklarını anlıyorlar ve kaçmaya çalışıyorlar. 

Emre ve Murat filmin açılış sahnesinde kasabalıların domuza yaptıkları vahşiliğin yeni hedefi olarak av haline gelip kasaba sınırları dışına çıkmaya çalışırken, gecenin karanlığında arabadan inip açık arazide peşlerinde ağızlarından salyalar akan, şehvet benzeri güdülerle onlara ulaşmaya çalışan  silahlı kasabalılar varken, aradaki fark kapandı kapanacak yakalanacaklar mı acaba derken,  film aniden sürrealist bir sonla -kaçanlarla kovalayanların arasına giren kocaman bir obrukla- bitiyor. Emre ve Murat obruğun bir tarafında, kasabalılar diğer tarafında şaşkınlıkla birbirlerine bakarken bırakıyoruz onları.

Film günümüzde geçse de, günümüz evrensel çağdaş insan niteliklerini taşımayan, bilmem kaç yüzyıl öncesinin feodal kafasıyla, atalarından gördükleri gibi erkek egemen, şekilci, gelenekçi, sözde mümin ama kapalı kapılar arkasında her türlü ahlaksızlığı, sapkınlığı yapmakta engel tanımayan, bulundukları konumu, gücü ne pahasına olursa olsun korumak isteyenlerle; biraz hak-hukuk arayanların eşit olmayan şartlardaki mücadelesini anlatıyor. Yönetmen-senarist Emin Alper, çok iyi bir zamanlama ve öngörüyle, tam da yaşadığımız son seçimlerdeki olayların -yalan, iftira, komplo, kaset video kumpasları ile iktidarda kalmaya çalışan ve sözde çok şikayet ettikleri dış güçler sayesinde iktidarlarını devam ettirenlerin- fragmanını göstermiş bizlere.

Bu yazıyı yazmadan önce, internette bakalım filmle ilgili neler yazılmış diye araştırıp okumak istedim. Ne yazık ki, birkaç tane sanatsal açıdan filmi izleyip, anlayıp yorum yazıldığını, gerisinin karalama ve linç etmeye dönük trol işi boş laflar olduğunu üzülerek gördüm. İyi analiz yapılan az sayıdaki yazının altına dahi okurlar tarafından öyle şeyler yazılmış ki; okuduklarımın sığlığına, acımasızlığına inanamadım. Filmde gösterilen kasaba halkı ve eşrafı zihniyeti yorumlarda da kendini göstermiş; filmin çok kişi tarafından izlenmesini engellemek için, kötüleyip yerden yere vurmuşlar. Birçok kişi filmin neyi anlattığını anlamadan (belki filmi izlemeden) esmiş gürlemiş. Bu ülkede ne kadar azınlıkta olduğumuzu, neyle kuşatıldığımızı görünce vah ki vah halimize diye düşünmeden edemedim.

Birde okuduğum yorumlarda filmi beğenen azınlıkla, beğenmediğini söyleyen çoğunluğun buluştuğu ortak nokta; filmin finalini kimsenin beğenmemiş olmasıydı. Hemen herkes “Ne saçma son”, “Belirsiz sonları hiç sevmem” gibi sanatsal görüş içermeyen, sevdim sevmedim sığlığında, anlatılmaya çalışılanı anlama gayreti göstermeyen yorumlar yazmış. Halbuki kanımca, filmin sonu da anlatmaya çalıştığı şeye çok uygun olmuş. Yaşadığımız ülkenin giderek bizleri boğan gerçekleri; filmdeki Emre ve Murat’ın içine düştükleri duruma benzer durumlar, hisler yaratıyor üzerimizde. Hiçbir zaman aynı düşünce yapısında buluşamayacağımız insanlar, olaylar, değerlendirmeler, haksızlıklar, giderek artan hukuksuzluklar, yozlaşmalar diğerleriyle aramızda görünmez bir duvar örüyor. Filmde bu duvar, ayrı dünyaların insanları olduğumuz gerçeği obruk metaforuyla aşılmaz bir engel olarak gayet güzel anlatılmış.

Son olarak, filmde beni en çok etkileyen sahnelerden biri olarak; zavallı, acınacak durumdaki Pekmez’in babası Yavuz’u oynayan Ali Seçkiner Alıcı’nın, Pekmez’e tecavüz edilmesine; çaresizliğe, ezilmişliğe, horlanmaya, kimseden yardım görmeyen, adalete güvenmeyen, en alttaki zavallı insanın isyanıyla, ağız dolusu küfürle (kamu kurum ve görevlilerine) tepkisini gösterdiği kısa bölümdeki etkileyici performansını da belirtmeliyim.

Emin Alper neyi nasıl anlatacağını çok iyi bilerek, tasarlayarak yapmış filmini. Aslında oldukça politik bir film olmasına rağmen, siyasetle alakalı olmayan dram-macera havasında bir film yapmış gibi görünmeyi de başarmış.

Filmin ismi olayların geçtiği Yanıklar kasabasının susuzluğu nedeniyle “Kurak Günler” olsa da; ülkemizin de sanatsal, düşünsel, politik, demokratik, hukuksal ve işlemeyen kurumlar açısından giderek nasıl kuruduğunu acı ve endişe duymadan düşünmek ve izlemek de mümkün değil maalesef.

Kültür Bakanlığı’nın 2019 yılında filme verdiği maddi desteği, 2022 yılında film bitip ulusal ve uluslararası festivallerde birçok başarı kazanıp, ödül aldıktan sonra, yarattığı gündem ve tartışmalardan rahatsızlık duyup birilerine şirin görünmek için, faiziyle birlikte geri istemesi de çok utanç verici bir durum. 

Ahmet Erdemli

(15 Haziran 2023)

 

 

 

6 Yorum

  1. Ahmet emeğine sağlík, o gúzel sanat eserini yorumlaman çok yerli yerinde olmuş. Úlkemizde sanat ve bilim yok sayıldığından õtúrü køtúleyenler de ona uygun hareket etmişler…Bizler yaşamı gúzelleştiren sanat ve bilime dayanmaya devam edeceğiz elbette, selamlar…

  2. Filmi izlediğimde aynı düşünceler bende de oluştu. Ve bunun ötesinde, ne kadar istemesem de, bir ümitsizlik hissi…İzlemeyenlere mutlaka önereceğim bir film. Diğer taraftan insanımızın, özellikle genç neslin yakın gelecekte bir aydınlanma (!) yaşayacağı, dünyanın ve bulunduğumuz çağın gerçeklerine sonunda döneceği umudunu da koruyorum.

    • Ormanda yangın çıkmış tüm hayvanlar kaçıyormuş. Karıncanın sırtında bir damla su ile yangına doğru gittiğini gören tilki ne yapıyorsun canını kurtarsana, senin taşıdığın bir damla su ile mi sönecek bu koca yangın demiş. Karınca olsun sönmese de ne tarafta olduğum belli olsun diye cevaplamış…

  3. Hayatın yoğunluğu içinde Belkide göremeyeceğim bir filmi izlemiş oldum. Bence çok Türkiye filmi, birçok insana öneriyorum.

  4. Filmi izlerken, son 20-25 yılda güzel ülkemin geldiği durumu üzülerek, içimden bir şeyler akıp giderek bir kez daha düşünmüş ve bizler; doğaya, insana, hayvana … karşı iyi ve adil olan bir avuç insanız ne yazık ki demiştim kendi kendime. Senin yorumunu okuyunca içim biraz daha daraldı, Pekmez’in babası az bile söylemiş dedim … Tüm kalbimle diliyorum ki; bizim yetiştirdiğimiz çocukların, yıllardır başımıza örülen çorapları sökmeleri yakın olsun 🙏
    Detaylı yorumun çok güzel, kalemine sağlık abi.

Yorum Yap

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Diğer Paylaşımlarım

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Benzer Paylaşımlar