“TOZA SOR” (JOHN FANTE)

Yirmi yaşındaki Arturo Bandini, yazar olmak umuduyla Los Angeles’a gelir. Cebindeki az bir parayla yoksulluk içindeyken yazdığı öykülerini yayımlatmaya çalışırken; hayatı tanımaya, aşık olduğu Camilla’yı tanımaya çalışır. Koyu katolik İtalyan annesinin etkisiyle bazı gelgitler yaşasa da, gençliğin ve hayatın çağrısına uyacaktır. İlk cinsel deneyimini, ilk aşkını, ilk romanını kendisiyle, fakirlikle ve Camilla ile mücadele ederek yazacaktır.

John Fante’yi ilk defa okudum ve kitabından, dilinden, anlatımından çok etkilendim. Roman oldukça otobiyografik özellikler de taşımakta. Fante, Charles Bukowski’nin de “O benim Tanrım” diyecek kadar sevdiği bir yazarmış. Cümleleri kısa, yalın ve çok akıcı. Bir çırpıda okunuyor. Süslü anlatımlar, ağdalı ifadeler yok. Son derece sade ve samimi. Yazarlıkta en önemli konulardan biri olan okuyucuya içten gelen bir şeyler yazmayı çok iyi başarmış. Genç bir yazarın çalkantılı ruh halini, iç dünyasını (ve tabi kendi iç dünyasını) tüm çıplaklığıyla ortaya koymuş.

Kitabın Avi Pardo tarafından yapılan çevirisi de mükemmel.

Arturo Bandini’nin Camilla’ya, Camilla’nın da Sammy’e duyduğu umutsuz aşk, tutku çok iyi gözlemlenmiş ve başarıyla anlatılmış. Kitapta bir dönem romanı olarak okuyucuyu Los Angeles’a, Bunker Hill’e götürüyor Fante. Fakirliği, çöl tozunu, umutları ve hayal kırıklıklarını içimizde duyumsuyoruz.

Camilla ve Arturo’nun okyanusta yüzdükleri bölüm, Hellfrick’le Arturo’nun buzağı çaldıkları bölüm, Vera’nın evindeki bölüm, Arturo’nun odasındaki dolapta ot içen Camilla’yı rahatsız etmemek için pencereden gerisin geri çıktığı bölüm ve son olarak ısrarla, tutkuyla aşkı Camilla için çöle gittiği ve onu bulamadan döndüğü bölüm gibi kısa romanda bir çok unutulmaz bölüm var.

Çok severek, etkilenerek okudum. John Fante gibi yazabilmeyi isterdim.

Kitabın 2006 yılında Collin Farrel ve Selma Hayek tarafından oynanmış filmi de var. Ancak, filmi seyretmeyi düşünmüyorum.